42- Ey Muhammed, eğer müşrikler seni yalanlıyorlarsa bil ki, Nuh'un soydaşları, Adoğulları ve Semudoğulları da peygamberlerini yalanlamışlardı.
43- İbrahim'in soydaşları, Lût'un soydaşları da öyle.
44-Medyenliler de öyle. Musa'yı da yalanlamışlardı. Ben bütün bu kâfirlere önce mühlet tanıdım, sonra yakalarına yapıştım. Onlara indirdiğim darbe nasıldı?
Son peygamberlikten önce bütün peygamberlik misyonu için geçerli olan değişmez kural; peygamberlerin Allah'ın ayetlerini getirmeleri, buna karşılık yalanlayanların bunları yalan saymalarıdır. Şu halde Hz. Peygamber -salât selâm üzerine olsun- daha önce benzeri görülmemiş, alışılmadık bir mesajla gelmediği için müşriklerin onu yalanlamaları normaldir. Ama sonuç bellidir. Kural her zaman için yürürlüktedir. "Nuh'un soydaşları, Adoğulları ve Semudoğulları da peygamberlerini yalanlamışlardı."
"İbrahim'in soydaşları Lût'un soydaşları da öyle."
"Medyenliler'de öyle."
Hz. Musa ise özel bir cümle ile sözkonusu ediliyor:
"Musa'yı da yalanlamışlardı."
Bunun ilk nedeni Hz. Musa'nın diğer peygamberler gibi kendi kavmi tarafından değil de Firavun ve kurmayları tarafından yalanlanmış olmasıdır. İkincisi de, Hz. Musa'nın getirdiği ayetleri açıklamak, sayılarını belirtmek, beraberinde yaşanan olayların önemine işaret etmektir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, yüce Allah belli bir süre kâfirlere mühlet verir. -Kureyşliler e mühlet verdiği gibi.- Sonra onları kıskıvrak yakalar, şiddetle cezalandırır. Burada dehşeti ifade etmek, şaşkınlığı dile getirmek için bir soru yöneltiliyor.
"Onlara indirdiğim darbe nasıldı?,Ayette geçen "Nekir" çok katı bir inkâr tavrını ifade etmektedir. Bu da değişime eşlik, etmektedir. Bu soruya verilecek cevap ise bellidir. Korkunç bir belirsizlik; ya bir tufan, ya bir yokoluş, ya bir deprem, ya bir kasırga ya da öldürücü bir korku...
Bu geçmiş toplumların yok edilişleri son derece hızlı bir şekilde sunulduktan sonra geçmiş milletlerin yok edilişleri genel olarak anlatılıyor bu sefer:
45- Halkı zalim olan nice kenti yok ettik. Yapılarının duvarları, yere inen tavan yıkıntılarının üzerine çökmüştür. Nice su kuyularını kullanan kalmamış, nice korunaklı köşkleri ıssız kalmıştır.
Zalim oldukları için yok edilen birçok belde vardır. Ayetin ifade tarzı ise onların harap olmuş hallerini son derece hareketli ve oldukça etkin bir sahnede sunmaktadır: "Yapılarının duvarları, yere inen tavan yıkıntılarının üzerine çökmüştür." Kurulu çatılar, binanın bitiminde duvarlara dayandırılarak çatılırlar. Duvarlar yıkılınca çatılar da çöker ve üstüne bina yıkılır. Görüntüsü bu kadar ürkütücü, bu kadar iç karartıcı ve bu kadar etkileyici olur. Böyle manzaralar boş insanı ve bayındır hallerini düşünmeye sevkeder. Harap ve terkedilmiş evler son derece ürkütücü olurlar. Bu gibi yerler insanı geçmişi anmaya, olaylardan ibret alıp ürpermeye iter.
Çatıları çökmüş beldelerin yanında, terkedilmiş, kullanılmaz durumda olan kuyular yer alıyor. İnsan bu kuyuların başlarında konaklayanları, gelip geçenleri hatırlıyor birden. Kurumuş ve terkedilmiş bu kuyuların çevresinde hayaletler dolaşıyor.
Öte yandan, terkedilmiş durumdaki harap saraylar, köşkler yeralıyor. Canlı namına bir şey yok buralarda. Anılar, hayaller, karartılar ve hayaletler uçuşup duruyorlar.
Ayetlerin akışı, bu sahneleri sunduktan sonra, kâfir müşriklerin ruhları üzerindeki etkisini ortaya çıkarmak için kınayıcı bir üslupla soruyor.
46- Müşrikler yeryüzünü gezmiyorlar mı ki, bu sayede kalpleri gördüklerinden-ibret alabilsin ve kulakları söylenenleri işitebilecek bir duyarlık kazansın. Çünkü kör olan onların gözleri değildir, fakat göğüs boşluklarındaki kalpleri kördür, duyarsızdır.
Geçmişte cezalandırılmış milletlerin harap olmuş yurtları canlı ve belirgin olarak duruyor. Onlara birtakım mesajlar veriyor, ibret derslerinden söz ediyor. Öğüt veriyor.
"Yeryüzünü gezmiyorlar mı ki?" Bu yerleri görüp ibret alsalar da, onlara birtakım mesajlar verseydi bu yerler? O son derece anlaşılır ve etkileyici diliyle konuşsaydı, içerdiği, özünde barındırdığı ibret derslerini anlatsaydı?
"Bu sayede kalpleri gördükler inden ibret alabilsin." Şaşmaz ve değişmez yasanın izleri niteliğinde olan bu kalıntıların ötesindeki gerçekleri kavrarlardı.
"Ve kulakları söylenenleri işitebilecek bir duyarlık kazansın." Şu yerle bir olmuş evlerde, kurumuş, kullanılmaz haldeki kuyuların başlarında, terkedilmiş köşklerde yaşayanların başından geçen olayları da işitirlerdi.
Yoksa bunların kalpleri mi yok ki gördükleri halde kavrayamıyorlar? Duydukları halde ders almıyorlar? "Çünkü kör olan onların gözleri değildir, fakat göğüs boşluklarındaki kalpleri kördür, duyarsızdır."
Ayette özellikle kalplerin yerlerinin belirlenmesine özen gösteriliyor. "Göğüs boşluklarındaki." Amaç, daha iyi vurgulamak ve özellikle bu kalplerin körlüğünü kanıtlamaktır. Eğer bu kalplerin basireti açık olsaydı, bu olayları anar anmaz harekete geçecekti. Anında ibret dersini alacaktı. Geçmiş milletlerin harap olmuş yurtlarının şahsında somutlaşan akıbetten ürkerek imana doğru kanat çırpacaktı.
Ne var ki, bu kalpler, geçmiş milletlerin harap olmuş yurtlarına bakıp ibret alacaklarına, imanın ufuklarına doğru kanat çırpacaklarına, o korkunç azaptan korkacaklarına, yüce Allah'ın kendileri lehine belli bir süre ertelediği azabın hemencecik kendilerine isabet etmesini istiyorlar.
47- Onlar senden azabımın bir an önce gerçekleşmesini istiyorlar. Oysa Allah sözünden caymaz ve Rabb'inin katındaki bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
Bu zalimlerin değişmez karakteridir. Önceki zalimlerin yerle bir edildikleri yerleri, harap olmuş yurtlarını görürler, tarihlerini okur, akıbetlerini öğrenirler. Buna rağmen yolun sonuna bakmaksızın onların geçtiği yolu izlerler. Öncekilerin başlarına gelenleri hatırladıkları an, aynı şeylerin kendi başlarına da geleceğine ihtimal vermezler. Yüce Allah denemek suretiyle kendilerine süre tanıyınca da büyük bir gurura kapılır, hiçbir sınır tanımayan bir şımarıklıkla azgınlaşırlar. Kendilerini geçmişlerin akıbetinden korkutacak biri çıkacak olsa onu alaya alırlar. Sırf şamata olsun diye tehdit edildikleri azabın hemen şimdi başlarına gelmesini isterler!.
"Allah sözünden caymaz." Bu akıbet yüce Allah'ın dilediği ve hikmeti doğrultusunda takdir ettiği bir zamanda mutlaka gelecektir. İnsanların azabın acele ile gerçekleşmesini istemeleri, onun gelişini çabuklaştırmaz. Çünkü azabın ertelenmesi ile gözetilen hikmet geçersiz olmasın diye üstelik Allah'ın hesabındaki zaman ölçüsü insanlarınkinden farklıdır.
"Doğrusu Rabb'inin katındaki bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir." Kuşkusuz yüce Allah şu yerle bir edilen şehirlerin çoğuna süre tanımıştı. Ama bir süre tanıma onlar için kaçınılmaz akıbetten ve zalimlerin yok edilmesine ilişkin değişmez yasadan kurtuluş anlamına gelmiyordu.
48- Halkı zalim olan nice kente önce mühlet tanıdım, sonra yakasına yapıştım. Sonunda bana dönülecektir.
Öyleyse bu müşriklere ne oluyor ki yüce Allah kendilerine belli bir süre tanıdı diye, azabın çabucak gerçekleşmesini istiyorlar, tehditleri alaya alıyorlar?.
Fizilalil Kuran(maide Suresi).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder