بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
Tikla>>Terk Edilen İslam

Salı, Ağustos 21, 2007

Allah İnananlarla Beraberdir

Hac dönemine özgü sembollerle ibadetleri, insanları Allah'ın yoluna girmekten alıkoyanlara karşı savunmak, korumak gerekir. İnsanları Allah'ın yoluna girmekten alıkoyanların inanç ve ibadet özgürlüğüne, mabetlerin ve şiarların kutsallığına saldırmalarına engel olmak bir zorunluluktur. İnanç temeline dayalı, Allah'a bağlı ve insanlık için hem dünya hem de ahiret iyiliğinin garantisi olan hayat sisteminin egemen olması için çalışan, sadece Allah'a kulluk eden mü'minlerin yeryüzünde üstünlük sağlamaları zorunludur.

İşte bunun için yüce Allah, hicretten sonra, müslümanların hem kendilerini hem de inanç sistemlerini tehdit eden ve katlanılmaz boyutlara ulaşan müşrik saldırılarına karşı müslümanlara, savaşma izni vermiş, hem kendileri hem de başkaları için Allah'ın dininin gölgesinde inanç ve ibadet özgürlüğünü sağlamaya çalışmalarını emretmiştir. Ayrıca aşağıdaki ayetlerde açıkladığı şekliyle inanç sistemlerinin öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeleri koşuluyla kendilerine zafer ve üstünlük bahşedeceğine söz vermiştir.

38- Hiç kuşkusuz Allah mü'minleri destekler, savunur; yine hiç şüphesiz Allah hiçbir emanetine hıyanet edeni ve nankörü sevmez.

39- Saldırıya uğrayan mü'minlere savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğramışlardır. Hiç kuşkusuz Allah'ın onlara yardım etmeye gücü yeter.

40- Onlar sırf "Rabb'imiz Allah'dır" dediler diye haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah bir kısım insanları diğer bir bölümü aracılığı ile savmasaydı nice manastır, havra ve içlerinde Allah'ın adı, çokça anılan cami yıkılıp giderdi. Kim Allah'a yardım ederse bilsin ki Allah da mutlaka kendisine yardım edecektir. Hiç şüphesiz Allah güçlü ve üstün iradelidir.

41- Onlar ki, eğer biz kendilerini yeryüzünde egemen kılarsak namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar. Her şeyin akıbeti Allah'a aittir.

Kuşkusuz kötülük ve sapıklık güçleri şu yeryüzünde hareket etmektedirler. İyilikle kötülük, hidayetle sapıklık arasındaki savaş ise kesintisiz sürmektedir. Yüce Allah'ın insan türünü yarattığı günden beri iman ve zorbalığın, despotluğun güçleri arasında sürekli bir çarpışma vardır.

Kuşkusuz kötülük özü itibariyle serkeştir, azgındır. Batıl vurucu silahlara sahip olur. Hiçbir şeyden sakınmadan her şeyi ezip geçer. Korkmadan öldürücü darbeler indirir. Eğer insanlar iyiliği örüp, ona yönelecek olurlarsa onları bundan vazgeçirebilir. Kalplerini gerçeğe açacak olurlarsa çeşitli baskı yöntemlerine başvurarak buna engel olabilir. Şu halde imanın, iyiliğin, gerçeğin kendisini baskılardan koruyacak, vazgeçirme girişimlerinden uzak bulunduracak, yolun dikenlerinden ve düşman oklarından sakındıracak bir güce sahip olması kaçınılmazdır.

Yüce Allah imanın, iyiliğin ve gerçeğin zorbalık, kötülük ve batıl güçleri karşısındaki savaşta yalnız kalmalarını ve sadece imanın ruhlardaki gücüne, gerçeğin fıtri üstünlüğüne, iyiliğin kalplerdeki köklülüğüne dayanmalarını istememiştir. Çünkü batılın sahip olduğu maddi güçler kalpleri sarsabilir, ruhları yanıltabilir, fıtratları kararsız kılabilir. İnsan sabrının, direncinin bir sınırı vardır. İnsanın katlanma gücünün kapasitesi sınırlıdır. İnsan gücünün tükendiği belli bir nokta vardır. İnsanların kalplerini ve ruhlarını ve kapasitelerini en iyi yüce Allah bilir. Bunun için mü'minleri imandan vazgeçirme amaçlı baskılarla başbaşa ve yalnız bırakmamıştır. Direniş için hazırlıklı almalarını, savunmalarını geliştirmelerini, cihat için, araç ve gereç bulundurmalarını emretmiştir. Ancak bu durumda onlara düşmanı püskürtmek için savaş iznini vermiştir.

Savaşa çıkmadan önce onlara, savunmalarını üstlendiğini, kendi himayesinde olduklarını bildirmiştir.

"Hiç kuşkusuz Allah mü'minleri destekler, savunur."

Yüce Allah kâfir oldukları ve ihanet ettikleri için mü'minlerin düşmanlarını sevmediğini, bu yüzden onların kesinlikle yardımsız bırakılacaklarını bildirmiştir:

"Hiç şüphesiz Allah hiçbir emanetine hıyanet edeni ve nankörü sevmez."

Yine yüce Allah mü'minlerin savunmayı hakettiklerine güvenlikte olacaklarına hükmetmiştir. Bunu edebi açıdan, zulme uğramış, saldırgan olmayan ve şımarmayan kişiler oldukları için hakettiklerini ifade etmiştir.

"Saldırıya uğrayan mü'minlere savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğramışlardır."

Bunun yanısıra Allah'ın kendilerini koruyacağından ve kendilerine yardım edeceğinden emin olmalarını da vurgulamıştır:

"Hiç kuşkusuz Allah'ın onlara yardım etmeye gücü yeter."

Sonra mü'minlerin savaşa girmeleri için önemli bir gerekçeleri de vardır. Çünkü onlar büyük bir insanlık görevi üstlenmişlerdir. Bu büyük görevin iyiliği sadece kendilerine dokunmaz, bunun yanında bütün mü'min cephe bu iyilikten yararlanır. Bu aynı zamanda inanç ve ibadet özgürlüğünün de garantisidir. Üstelik onlar zulme uğramışlar, haksız yere yurtlarından çıkarılmışlar:

"Onlar sırf `Rabb'imiz Allah'dır' dediler diye haksız yere yurtlarından çıkarıldılar."

Bu söz; "Rabb'imiz Allah'dır" sözü, söylenen en doğru sözdür. Söylenmesi gereken en gerçek sözdür. Onlar sadece bu sözü söyledikleri için yurtlarından çıkarılmışlar. Çünkü bu söz saldırgan zorbalar açısından, şüpheye yer bırakmayan kesin isyankârlığın ifadesidir. Ama bu, haksızlığa uğrayanlar açısından her türlü kişisel hedeften soyutlanmanın ifadesidir. Onlar yalnız ve yalnız inançlarından dolayı yurtlarından çıkarılmışlar. Şu yeryüzü nimetlerinden biri uğruna başlatılan bir mücadele değildir bu. İnsanların ihtiraslarını kamçılayan, çıkar çatışmalarına neden olan, değişik eğilimlerin, karşıt isteklerin sahnelendiği dünya değerleri için bir çarpışma değildir bu.

Bütün bunların ötesinde genel kural yer alıyor; inancın savunulması gereği evrensel bir kural olarak vurgulanıyor!

"Eğer Allah bir kısım insanları diğer bir bölümü aracılığı ile savmasaydı, nice manastırlar, havra ve içlerinde Allah'ın adı çokca anılan cami yıkılıp giderdi."

Manastırlar, rahiplerin içinde ibadet etmek amacıyla inzivaya çekildikleri yerlerdir. Havralar ise yahudilerin ibadet yerleridir. Mescidler de müslümanların içinde ibadet ettikleri yerlerdir.

Bunların tümü -kutsallıklarına ve Allah'a ibadet için ayrılmış bulunmalarına rağmen- her zaman yıkılma ile karşı karşıya kalırlar. Çünkü batıla göre buralarda Allah'ın adının anılmış olması bir ayrıcalık sayılmaz. Bazı insanların, bazısının saldırılarını püskürtmelerinin dışında hiçbir şey buraları yıkılma tehlikesinden koruyamaz. Yani inancı koruyanların, inancın saygınlığını tanımayan, inancı benimseyenlere haksızlık eden düşmanları savmaları buraları yıkılmaktan korur. Çünkü batıl şımarıktır. Kendisine saldıran, kendisini püskürten denk bir kuvvetle karşılaşmadıkça azgınlığından vazgeçmez, saldırganlığından geri kalmaz. Hakkın sırf hak oluşu düşmanların ona saldırmasına engel oluşturmaz. Aksine hakkı koruyan, onu savunan bir gücün bulunması zorunluluktur. İnsan bu özelliklere sahip bildiğimiz insan olduğu sürece değişmez genel bir kuraldır bu.

Şu kelimeleri az ama anlamları derin ayetler üzerinde ve bunların ötesinde hem ruhlar dünyasında hem de hayatta yer alan bazı sırların üzerinde durmamız gerekir.

Yüce Allah, müşriklerin savaş açtığı, batıl ehlinin saldırısına uğrayan kimselere kendilerini savunma amacı ile savaşma iznini verirken, "Allah'ın mü'minleri savunacağını ve kendilerine saldıran hain kâfirleri sevmediğini" ifade ederek başlıyor:

"Hiç kuşkusuz Allah mü'minleri destekler, savunur; yine hiç şüphesiz Allah emanetine hıyanet edeni ve nankörü sevmez.

Buna göre yüce Allah mü'minleri düşmanlarına karşı savunacağını garanti etmiştir. Yüce Allah kimi savunursa o, kesinlikle düşmanlarının vereceği zarardan korunmuş demektir. Ve o kesinlikle düşmanından üstündür. Peki niçin onlara savaş izni veriyor? Niye üzerlerine cihad farz kılınıyor? Neden kendilerine savaş izni veriliyor da bu yüzden öldürülüyorlar, yaralanıyorlar, büyük eziyetler, meşakkatler çekiyorlar? Halbuki sonuç bellidir. Ve yüce Allah, hiçbir zorluk, hiçbir meşakkat çekmelerine, büyük fedakârlıklara, dayanılmaz acılara, öldürme ve savaşlara katlanmalarına gerek kalmadan bu akıbeti gerçekleştirebilir?.

Verilecek cevap şudur: Bu konudaki yüce Allah'ın hikmeti son derece yücedir. En kesin kanıt onun katındadır. Ama insan olarak bizim bu hikmetten kavradığımız, bilgi ve deneyimler sonucu aklımızın ve kavrama yeteneğimizin çıkardığı sonuç şudur: Yüce Allah mesajını yüklenen ve onu koruma pozisyonunda olan kimselerin beceriksiz "tembeller" olmalarını dilememiştir. Büyük bir vurdumduymazlıkla yangelip yatan, bir sıkıntıya uğradıkları ya da bir saldırı ile karşı karşıya kaldıkları zaman, sadece namaz kılmak, Kur'an okumak ve Allah'a dua etmenin dışında hiçbir çaba sarfetmeden gayet kolay biçimde zafer kazanan kimseler olmalarını istememiştir.

Evet, namaz kılacaklardır. Kur'an okumaları, bollukta ve darlıkta dua ederek Allah'a yönelmeleri gerekecektir. Ama tek başına bu tür bireysel ibadetler onların Allah'ın mesajını omuzlamaya lâyık kimseler olmalarını sağlamaz. Bunlar savaş için önceden hazırladıkları azık, çarpışma esnasında kullanmak üzere depoladıkları gıda, batıla karşı koyarken güvenip dayandıkları cephane niteliğindedirler. Bunu, takva, iman ve Allah'a bağlılık duygularıyla arttırırlar.

Yüce Allah, mü'minlere yönelik savunmasının bizzat kendi elleriyle gerçekleşmesini, böylece savaş meydanında olgunlaşmalarını dilemiştir. Çünkü tehlikeyle karşı karşıya kaldığı, savmak ve savunmak durumunda olduğu, saldırgan kuvveti püskürtmek için var gücünü topladığı durumların dışında, insanın bünyesinde yeralan potansiyel enerji her zaman uyanıp harekete geçmez. Bu durumda insanın bedensel yapısında yeralan her hücre rolünü oynamak için kendisine bahşedilen yetenekleri devreye sokar, ortak operasyon için diğer hücrelerle dayanışma içine girer, sahip olduğu yetenekleri son noktaya kadar kullanır, özünde barındırdığı gücü sonuna kadar harcar. Kendisi için takdir edilen en son noktaya, kendisi için hazırlanan kemal derecesine ulaşır.

Allah'ın davasını yüklenen bir ümmetin tüm hücrelerinin uyanması, tüm güçlerinin toplanması, tüm yeteneklerinin işlevini yerine getirir durumda olması, tüm enerjilerinin biraraya gelmesi gerekmektedir. Bu ümmetin gelişmesini tamamlaması, olgunlaşması, bunun sonucunda da o büyük emaneti yüklenip gereğini yapması için bu bir zorunluluktur.

Uğruna hiçbir meşakkat çekilmeyen ve yan gelip yatan tembellerin elde ettiği kolay bir zafer insanın işaret ettiğimiz yetenek ve enerjilerinin ortaya çıkmasına engel olur. Bu dùrumda bu enerji ve yetenekleri harekete geçiremez, onları kullanamaz.

Bunun yanısıra çabuk ve kolay elde edilen bir zaferin kaybolup gitmesi de kolay olur. Birincisi, böyle bir zaferin değerinin ucuz olması ve uğruna büyük fedakârlıkların çekilmemiş olmasıdır. İkincisi böyle bir zaferi elde edenler, bunu korumak için tüm güçlerini kullanmazlar, onu kazanmak için enerjilerini toplayıp devreye sokmazlar. Onu savunmak için yeteneklerini, enerji ve güçlerini toplayıp harekete geçirmezler.

Kuşkusuz burada zafer ve yenilgiden, hücum ve kaçıştan güç ve zayıflıktan ilerleme ve geriye çekilmekten, ayrıca bunlara eşlik eden duygulardan, arzu ve ızdıraplardan, ferahlık ve hüzünden, huzur ve bunalımdan zayıflığı ve güçlülüğü duyumsamadan kaynaklanan vicdanı bir eğilim, pratik bir alıştırma sözkonusudur. Bunun yanında, inanç ve toplum adına biraraya gelmek, kişisel duygulardan vazgeçmek, savaş anında, öncesinde ve sonrasında eğilimler arasında uyum sağlamak, zayıflık ve güçlülük noktalarını ortaya çıkarmak, her durumu gözönünde bulundurarak işleri planlamak... Evet bütün bunlar, davayı omuzlayan ve gereklerini yerine getirmek ve insanların ona uymasını sağlamak durumunda olan bir toplum için zorunludur.

Bütün bunlar ve bunların dışında sadece yüce Allah'ın bildiği hususlar nedeniyle yüce Allah mü'minlere yönelik savunmasının bizzat onların eliyle gerçekleşmesini ve uğruna hiçbir zorluğa katlanmadan gökten inen bir buluntu olmamasını dilemiştir. (Buna rağmen İslâm, savaşı başlı başına bir hedef olarak öngörmez. Ateşkesten ve saldırmazlıktan daha büyük ve daha Önemli bir amaç olmadığı sürece savaşa izin vermez. Kur'an-ı Kerim'de yeralan birçok ayette de vurgulandığı gibi İslâm'ın amacı barışı sağlamaktır. Ama haksızlık, zulüm, azgınlık ve düşmanlığın olmadığı bir barış... İnanç ve ibadet özgürlüğü, yönetiminde ve cezalandırmada adaletli olmak, mal ve serveti, hak ve sorumlulukları adilce paylaşmak, kişisel ve toplumsal olarak Allah'ın belirlediği sınırlar içinde hareket etmek gibi üstün insani değerlere karşı bir saldırı, bir tecavüz sözkonusu olduğu zaman... İşte bu değerlerden herhangi birine, herhangi bir şekilde, bir saldırı ve tecavüz ister bir fertten diğerine, ister bir fertten bir topluma, ister bir toplumdan bir ferde ya da topluma, ister bir devletten diğerine yönelik olsun, İslâm bu durumda böyle bir haksızlığa dayanan bir barışa razı olmayacaktır. Çünkü İslâma göre barış saldırmazlık ve statükoyu korumak değildir. İslâm göre barış, yüce Allah'ın kulları için belirlediği sistem dairesinde iyilik ve adaletin gerçekleşmesidir. (Daha geniş bilgi için "Ïslâm ve Dünya Barışı" kitabına bakınız.)

Zulme uğrayan ve "Rabb'imiz Allah'dır" demekten başka suçları olmaksızın haksız yere yurtlarından çıkarılanlara yönelik zafer kimi zaman gecikebilir. Kuşkusuz bu gecikme yüce Allah'ın dilediği bir hikmetten dolayıdır.

Zafer gecikebilir, çünkü ümmet henüz olgunlaşmamıştır, henüz gerekli eğitimi tamamlamamıştır. Bütün enerjilerini biraraya getirmemiştir. Bütün hücreler içlerindeki tüm güç ve yetenekleri son noktasına kadar belirleyip ortaya çıkarmak için. henüz biraraya gelip harekete geçmemişlerdir. Bu ümmet bu durumda olduğu halde zafer elde edecek olursa, uzun süre bu zaferi koruyacak güce sahip olmadığından çok çabuk yitirecektir elde ettiği zaferi.

Mü'min ümmet, gücünü son noktasına kadar kullansın, bütün birikimlerini harcasın, üstün ve değerli gördüğü her şeyi feda etsin, bunları Allah yolunda kolay ve ucuz harcamasın diye zafer gecikebilir.

Mü'min ümmet var gücünü denesin ve Allah'ın yardımına dayanılmadığı sürece yalnız başına bu güçlerle zaferin kazanılmayacağını anlasın diye, yüce Allah'ın söz verdiği zafer gecikebilir. Mü'min ümmet elinden gelen her şeyi bu uğurda harcadıktan ve bundan sonrasını Allah'a bıraktıktan sonra yüce Allah'ın verdiği zafer sözü gerçekleşir.

Mü'min ümmet, büyük zorluklar çekerken, acılara katlanırken, bütün gücünü bu uğurda harcarken, Allah'dan başka bir dayanağın olmadığını sıkıntı anında ancak O'na yönelineceğini bizzat yaşarken, Allah'a olan bağlılığı daha bir artsın diye zafer gecikebilir. Çünkü, yüce Allah kendisine izin verip zafere ulaştıktan sonra Allah'ın sistemi doğrultusunda hareket etmesinin ilk garantisi Allah'la kurduğu bu bağdır. Ancak bu şekilde azgınlaşmaz, yüce Allah'ın kendisine zafer bahşetmesine neden olan haktan, adaletten ve iyilikten sapmaz.

Allah'ın verdiği zafer sözü kimi zaman gecikebilir. Çünkü mü'min ümmet giriştiği savaşta, yaptığı fedakârlıklarda, can ve mal konusunda yaptığı harcamalarda bütünüyle Allah için, davası için bunlardan soyutlanmamış olabilir. Bir ganimet için ya da kendisini korumak için veya düşman karşısında kahramanlık ve cesaret gösterisinde bulunmak için savaşıyor olabilir. Oysa yüce Allah cihadın sadece kendisi için, sırf kendi yolunda, ve diğer bütün endişelerden uzak olmasını istiyor. Nitekim, Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun"Bir adam kendini korumak için, bir kahramanlık için, biri de gösteriş için savaşıyor. Bunlardan hangisi Allah yolunda savaşıyor" diye sorulduğunda "Allah'ın sözü en üstün olsun diye savaşan Allah yolunda savaşıyor" diye cevap vermiştir (Buhari, Müslim)

Mü'min ümmetin savaştığı, kötülüğün bünyesinde, bir iyilik kalıntısı bulunduğu için de zafer gecikebilir. Bu yüzden yüce Allah kötülüğün bütünüyle iyilikten soyutlanmasını, tek başına kötülük olarak kalmasını, içinde bir zerre dahi olsa iyiliğin de yok olmaması için sadece kötülüğün mahvolmasını ister. Mü'min ümmetin savaş ilan ettiği batıl, olanca çıplaklığı ile halkın görüşünde netleşmediği, çirkefliği bütünüyle bilinmediği için de zafer gecikebilir. Böyle bir durumda mü'min ümmet batıla üstünlük sağlayacak olursa, batılın bozukluğu, yok edilmesinin zorunluluğu konusunda henüz ikna olmamış, bu yüzden batıla yardımcı olan kimi aldanmışlar bulunabilir. Bu durumda gerçeği tam anlamıyla kavrayamamış saf kimselerin gönlünde batıla karşı köklü bir eğilim yeredebilir. Halbuki yüce Allah, bütün insanlar net olarak görene kadar batılın varlığını sürdürmesini ister. Yok olacağı zaman geride hiçbir kalıntı bırakmadan, hiç kimse kendisine hayıflanmadan yok olup gitsin diye.

Ortam henüz mü'min ümmetin temsil ettiği hak, iyilik ve adaletin geleceği açısından uygun olmadığından zafer gecikmiş olabilir. Durum böyle olduğu halde mü'min ümmet zafer elde edecek olursa ortamdan kaynaklanan ve birlikte yapamayacağı bir muhalefetle karşı karşıya kalabilir. Çevresindeki insanların gönülleri zafer kazanan gerçeği kabullenip kalıcılığını isteyecek duruma gelene kadar çekişme sürüp gidecektir.

Bütün bunlar için, bir de yüce Allah'ın bilip de bizim bilmediğimiz birtakım nedenler için zafer. gecikebilir. Fedakârlıklar kat kat katlanabilir. Çekilen acılar arttıkça artabilir. Buna rağmen yüce Allah düşmanlarına karşı mü'minleri savunacak, en sonunda zaferi onların lehine gerçekleştirecektir.

Sebepler yerine gelip zaferin bedeli ödendikten, onu saran atmosfer onu kabullenip kalıcılığını sağlayacak duruma geldikten sonra yüce Allah zafer izni verdiği zaman yerine getirilmesi gereken birtakım yükümlülükler, katlanılması gereken birtakım zorluklar vardır.

"Kim Allah'a yardım ederse bilsin ki, Allah da mutlaka kendisine yardım edecektir. Hiç şüphesiz Allah güçlü ve üstün iradelidir."

"Onlar ki, eğer biz kendilerini yeryüzünde egemen kılarsak namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar. Her şeyin akıbeti Allah'a aittir."

Kendisine yardım edenlere yardım edeceğine ilişkin yüce Allah'ın verdiği söz, kesin, sağlam, gerçekleşmesi kaçınılmaz ve değiştirilmez bir sözdür. Peki, Allah'a yardım eden dolayısıyla, güçlü, üstün iradeli ve dostlarını yüzüstü bırakmayan ulu Allah'ın yardımını hakedenler kimlerdir? İşte onlar:

"Onlar ki; eğer biz kendilerini yeryüzünde egemen kılarsak."

"Zafer kazanmalarını sağlayıp, durumlarını sağlamlaştırırsak "namazı kılarlar."

Allah'a kulluk ederler, O'nunla olan bağlarını güçlendirirler, isteyerek, boyun eğerek ve büyük bir teslimiyet duygusu içinde Allah'a yönelirler.

"Zekâtı verirler."

Malın hakkını verirler. Nefsin cimriliğini yenerler. İhtirastan arınırlar, şeytanın vesvesesine üstün gelirler, toplumsal hayatta meydana gelen boşluğu doldururlar, toplumdaki zayıfları ve muhtaçların sorunlarını üstlenirler, böylece topluma canlı bir beden niteliğini kazandırırlar. Tıpkı Resulullah'ın -salât ve selâm üzerine olsun- buyurduğu gibi "Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede, birbirlerine karşı şefkatli davranmada mü'minler bir beden gibidirler. Bu bedenin bir organı ağrıyacak olursa bedenin diğer organları da uykusuzluk ve acı çekmede ona ortak olurlar"...

"İyiliği emrederler."

İyiliğe ve hayıra çağırırlar, insanları buna yöneltirler.

"Kötülükten sakındırırlar."

Kötülüğe ve bozgunculuğa karşı direnirler. Böylece, değiştirmeye gücü yettiği halde, iyiliği gerçekleştirmekten geri durmayan müslüman ümmet diye nitelendirilmeyi hakederler.

Yüce Allah'ın insanlık hayatı için öngördüğü hayat sistemine yardım ettikleri, başkasına değil, sadece Allah'a güvenip dayandıkları için Allah'ın yardım ettiği kimseler bunlardır. Bunlardır yüce Allah'ın gerçek ve kesin bir şekilde kendilerine zafer sözünü verdiği kimseler.

Bu, sebepleri ve sonuçları ile varolabilen bir zaferdir. Bu zaferin gerçekleşmesi birtakım yükümlülüklerin yerine getirilmesi, birtakım zorluklara katlanılması şartına bağlıdır. Bundan sonrası Allah'a aittir, nasıl dilerse öyle hareket eder. Dilerse yenilgiyi zafere dönüştürür. Dayanakları yok olduğu, yükümlülükleri yerine getirilmediği için zaferi de yenilgiye dönüştürür.

"Her şeyin akıbeti Allah'a aittir."

Kuşkusuz, hakkın, adaletin, iyiliğin, hayırın, özgürlüğün üstün gelmesi ile insanlık hayatında ilahi hayat sisteminin egemen olması ile sonuçlanan bu zaferin; gölgesinde kişisel isteklerin, bireysel çıkarların, arzu ve eğilimlerin barınamadığı böylesine büyük bir zaferin...

Evet böyle bir zaferin sebepleri, bir bedeli, yerine getirilmesi gereken yükümlülükleri, birtakım şartları olacaktır. Hiç kimseye boşuna ve gereksiz yere zafer bahşedilmez. Hedefi ve sonuçları gerçekleşmeyince hiç kimsenin elde ettiği zafer kalıcı olmaz.

Önceki ders, inanç ve inancın sembolik ibadetlerini korumak için savaş iznine ilişkin bir açıklama, bunun yanında inancın yükümlülüklerini yerine getiren ve ilahi sistemi toplum hayatına egemen kılan kimselere yönelik yüce Allah'ın verdiği zafer ile son bulmuştu.

Ayetler mü'min ümmetin yerine getirmesi gereken yükümlülüklerin açıklanmasını bitirince, Hz. Peygamberi -salât selâm üzerine olsun- ilahi gücün elinin kendisine yardım etmek üzere olaylara müdahale ettiğini, düşmanlarını yüzüstü bırakacağını vurgulayarak yüreklendiriyor, güven veriyor. Nitekim ilahi kudret eli bundan önce de kardeşleri olan diğer peygamberlere -selâm üzerlerine olsun- yardım etmek ve kuşaklar boyu gelmiş geçmiş yalanlayanları cezalandırmak için olaylara müdahale etmişti. Böylece müşrikleri geçmiş milletlerin harap olmuş yurtları üzerinde düşünmeye yöneltiyor. Şayet algılayacak ve algıladığını değerlendirecek kalpleri varsa... Çünkü gözler kör olmaz. Aslında kör olan göğüs boşluğunda yeralan kalplerdir.

Arkasından ayetlerin akışı Hz. Peygamberi -salât selâm üzerine olsun- yüce Allah'ın peygamberlerini şeytanın komplolarına karşı koruduğu gibi Allah'ın mesajını yalanlayanların entrikalarına karşı da koruyacağını vurgulayarak kendisine güvenmesini, endişelerden uzaklaşmasını sağlıyor. Allah şeytanın girişimlerini boşa çıkarır, ayetlerini tutarlı ve anlaşılır bir şekilde sunarak dejenere olmamış kalplerin algılayacağı şekilde onları belirginleştirir. Hasta ve kâfir kalplere gelince, onlar akıbetlerin en kötüsüne uğrayıncaya kadar içlerinde hep bir kuşku ile yaşarlar.

Şu anda ele almak üzere olduğumuz bu ders, geçen derste açıklanan şekliyle davetçiler üzerine düşeni yerine getirip görevlerini yaptıktan sonra ilahi gücün davetin gidişine yaptığı müdahaleleri ve bunun etkilerini açıklıyor.

Fizilalil Kuran(Hac Suresi)

Hiç yorum yok:

Blog Listem

  • FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE - 2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM. İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE SATTI.>>https://yo...
    1 yıl önce
  • ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı - ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı: أَلنِّسَاءِيَّاتْ KADININ NAMAZI EVİNDE OLMALIDIR -2 صلاة المرأة في بيتها -25 الحديث الخامس والعشرون : عَنْ أُمِّ حُمَيهدٍ ا...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal ha...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - * İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR * .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal h...
    10 yıl önce
  • REÇETE-şiir - Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım, Eğlence zümresinin başının tacı hanım, Bu metod ki, sizlerin müsbet ilâcı hanım: Dışının görünüşü içinin aynasıd...
    10 yıl önce
  • SAAT KODLARI - http://sitene-kod-ekle.tr.gg/saat-kodlar&%23305;-flashl&%23305;--k1-.oe.rnekli-k2-.htm
    13 yıl önce
  • Manyaklara Güzel Cevap - ÖRTÜNMEK İSLAMIN EMRİDİR. CHP'den,İSLAM DİNİNE HÜCUM CHP Deşifre Olmuştur Bunlar,Türbanlıyı mahkemeye veriyor,Çarşaflıya rozet takıyor.Halkı aldatıyorlar.
    13 yıl önce
  • HIRİSTİYANLAR PİSLİKTİR SEVİLMEZ - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    14 yıl önce
  • Hıristiyanlar Sevilmez - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    14 yıl önce
  • Hak Din İslamdır - *HAK DİN.TEK DİN.İSLAMDIR.* (ÂLİ IMRÂN suresi 19. ayet) إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah’tan...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - İki Yüzlülüğün Kötülenmesi 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebile...
    14 yıl önce
  • HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) - 15: HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) *BÖLÜM: 1* *Ø** KENDILERINDEN KALEM KALDIRILAN, CEZA VERILMEYEN KIMSELER VAR MIDIR?* *1423-* Ali (r.a.)’den rivâyete göre,...
    15 yıl önce
  • SAPIKLIĞA DÜŞEN KAVİMLERİN GÖRÜŞLERİ - Şimdi bizim sapık kavimlerin rububiyetle ilgili görüşlerini incelememiz Kur’an-ı Kerim’in onları hangi noktalardan ve niçin reddetme yoluna gittiğini ve b...
    15 yıl önce
  • Demokratik çalışma ve amel ilişkisi - *Demokratik Çalışma ve Amel ilişkisi :* İslam adına , müslüman olarak belli bir partinin çalışmalarına katılan kimselerin yaptıkları bu iş, sıhhat şartl...
    15 yıl önce
  • İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT - بســـم الله الرحمن الرحيم "(İyi bilinmelidir ki) Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülecek de değildirler. Onlar, iman edip (gerektiği gi...
    15 yıl önce
  • Çay Sohbeti - *İBN-İ TEYMİYYE** ve İBN-İ TEYMİYYE-7.Cilt ve İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT* *İslâm Güneşi,Mekke'den Doğar.Dünyayı Aydınlatır.* *İslâm Bahçesinde,Dinî Yazı,Resim ve...
    15 yıl önce
  • Lanetlikler - الحديث الرابعوالثمانون عن أبي هريرة رضي اللّه عنه قال لَعَنَ رسولُ اللَّهِ صلى اللَّه عليه وسلّم مُخَنَّثِي الرِّجالِ الذينَ يتَبَّهونَ بالنِّساءِوالمُتَ...
    16 yıl önce

Dini Bilgiler (Soru Cevaplı) UYGUN YORUMLAR YAPINIZ